1 Ekim 2013 Salı

ÇİÇEK DÜNYALAR ÜZERİNE / Kemal Atakay *

Sevgili Nilüfer'e

Giriş

Sami Baydar'ın son şiir kitabı Çiçek Dünyalar'ın* gerektirdiği kapsamlı felsefi/yazınsal değerlendirmelerin yalnızca bir ön taslağı olabilecek bu yazıda, daha çok betimsel bir yöntemle, kitabın bazı temalarına, bazı biçimsel/kurgusal özelliklerine değinmek istiyorum. Betimsel sözünü vurgulamalıyım: Amacım, Çiçek Dünyalar'ın, her okurun farklı biçimlerde kuracağı olası anlamlarından birine işaret etmek değil; çünkü böyle bir anlamlandırma yazısının çok ayrıntılı bir metodoloji tartışmasıyla mümkün olduğu kanısındayım. O yazıyı, gereğince yazabileceklere bırakıyorum, yazıldığında ben de zevkle okuyacağım.

Başlangıç ve Son

Çiçek Dünyalar'ın ilk şiiri "Bir Deniz Kuşu" ile son şiiri "Toz Şiiri", Hıristiyanlıktaki alfa-omega kavramını anımsatıyor: Başlangıç sonu, son da başlangıcı içerir, bu çevrimsel zaman kavrayışı bir adda içerilmiştir ve sonuçta aşkın bir varlığa, İsa'ya gönderir (Hıristiyanlar için, elbette); ama bu çevrimsel zaman, yeryüzünde bir tarih süreci içinde gerçekleşmek zorundadır, dolayısıyla Kutsal Kitap öncelikle başlangıç ile son çizgisini birleştiren noktalardan söz etmek, onların nasıl varlık kazandığını anlatmak zorundadır. Benzeri biçimde, çiçek dünyalar "Bir Deniz Kuşu" ile, aşkın bir benin yaratılması için, o benin gerek duyduğu fiziksel mekânı, dış dünyayı kurar önce; ancak dünya zaten yaratılmış olduğu için, o alandan belirli bir Ânı seçmekle yetinir. O an, bir doğa görüntüsüdür ve Sami Baydar'ın şiirinin önemli bir özelliği olan görsellikle, neredeyse bir resim kurgusuyla anlatılmıştır: Deniz yüzeyindeki dalganın hareketine göre hareket eden bir deniz kuşunun yazıya geçirilmesi. Betimsel bir doğa görüntüsüyle başlayan Çiçek Dünyalar daha soyut nitelikli "Toz Şiiri" ile biter; ancak ilk şiirdeki doğa görüntüsü de aslında soyut/geometrik bir tasarımın ürünüdür ve özellikle görüntüye katılan tinsel bir ayrıntıyla, dalgaların yarattığı hareketin ancak sözel müdaheleyle doldurulabilecek bir boşluk yarattığı, bir anlamda şiire bir alan açtığı söylenebilir:


    biraz ilerlemiş bir dalganın geriye bıraktığı
    bir çember vardır hep
    deniz yüzeyi havaya çizilmiş
    bu büyü daireleriyle doludur 

    ("Bir Deniz Kuşu", s.9, 17-20)
Büyü daireleri... Sonsuzcasına yinelenen yansız doğa hareketleri, insansal alana bir anlamla yüklü olarak gelmek zorundadır, ileri giden bir dalganın ardında bıraktığı çember, bu soyut alan, Baydar'ın Çiçek Dünyalar'da yaratmaya çalıştığı geçmiş-gelecek diyalektiğinin ve geçmiş-gelecek ilişkisini belirleyen öğe olarak anıların eğretilemesi haline gelir. "Toz Şiiri"nin çözümlemesini sona bırakarak, şimdilik onun, özellikle kitap okunduktan sonra, Çiçek Dünyalar'daki farklı temaların, gizilgüçlerin yoğunlaştırılmış bir sunumu olduğunun açıklık kazanacağını belirtmekle yetineceğim.
İçsel Olan ile Dışsal Olan
Çiçek Dünyalar, içsel olan ile dışsal olan ayrımını farklı düzeylerde kurar. Bu düzeylerden ilkinde doğa ya da dış dünya yansız, neredeyse içsel/psikolojik bir halin oluşmasında yalnızca bir dekor işlevi gören bir alan olarak belirir, öznedeki içsel değişimde olsa olsa bir ikili karşıtlığın terimlerinden biri işlevini görür:
    Günlerce bir deniz kıyısında yürüdüm
    bilmiyordum yüreğime bir gün
    anımsanan insan gücü saklanacak.
    Hiç belirtmeyecek bunu tanrı
    zaman mutluluk verecek
    yaşam iki dakika içinde
    anlamadığım şeyleri yok edecek.

    ("Aşk ", s.10, 3-9)
Dış dünyanın, yukarıda sözünü ettiğimiz ikili karşıtlıktaki işlevi çoğunlukla üçüncü bir terime aktarılır: Zaman. çiçek dünyalar bireysel varoluşun en somut oluşturucu öğelerinden uzamı zamana aktararak, bir tür uzamsız, zamansal kendilik yaratır. Bir yanlış anlama olasılığını ortadan kaldırmak için, sözünü ettiğim kendiliğin psikolojik bir kurgudan çok, şiirsel bir kurguyu gösterdiğini belirtmek istiyorum. Baydar'ın olanaksızı gerçekleştirmek istediğini ve bunu gerçekleştirdiğini söyleyeceğim: Uzamı yalnızca zaman boyutuyla var etmek. Bunun ilginç (ve amaçlı olduğundan kuşku duymadığım) etkilerinden biri, Çiçek Dünyalar şiirlerinin birkaç kez okunduktan sonra bile akılda kalmaması, yani şiirsel sürecin, ilginç bir fenomenolojik kaymayla, okuma sürecinde de ortaya çıkmasıdır. Söz konusu etkinin (okur arkadaşlarımda da gözlediğim) olası sonuçlarından biri öfke ve yadsıma; ancak, ben okurda bir başka sonucun ağır basmasını diliyorum: Çiçek Dünyalar'ın sorunsallaştırdığı kavramlar üzerinde bir kez daha düşünmek, aslında kendisi de çözümlenmeye muhtaç öfke duygusunun, öteki'nin sesine kulak vermemizi engellemesine imkân tanımamak. Dışsal olan-içsel olan ayrımının ikinci düzeyi, hayvanlar, bitkiler ve nesneler dünyası ile ben arasında kurulan ilişkidir. Çiçek Dünyalar'da hayvanlar, bitkiler ve nesneler hep kendi varoluşlarının dışında, ruhsal bir halin uzantıları olarak, çoğunlukla bir kurgunun (psikolojik, sanatsal, mimari, vb.) oluşturucu öğeleri olarak vardırlar. Birkaç örnek vermek gerekirse:
    Gidin, her bahçede açmadım
    o bir sarmaşıktı
    kendibaşıma ve dik kalabilmek için
    onun önünde, yalnızca yaşadım.

    ("Fazla Kule", s.12, 5-8)
    Çürümüş günün nemli küçük bahçesi
    Hint kamışından yakınan sular
    Yalnız zambak tomurcukları tanıyor beni
    Tarla kuşu eskisi gibi titriyor
    AMA BEN BİR HEYKELİM ÜÇ YIL SONRA.

    ("Çürümüş Gün...", s.36, 1-5)
    Nihayet dindi, uzaktan izlenen kar yağışı
    ay tutulması bitti
    sonunda savrulur gider
    ama önce ölüm
    siyah bir örtüye sardı
    yağan karı.

    ("Anılar Partisi", s.43, 1-6)
Hep bir kurgunun, bir yapının parçaları haline getirilen, bu suskun/susturulmuş nesneler, bitkiler ve hayvanlar, bir eğretilemenin aracı olduklarında bile bir varlık kazanamaz, içsel olandan ayrı, ona teğet geçen, onun içine giremeyen birer öğe olarak kalırlar. Zaten yok edilmiş olan uzamın askıda kalmış kendilikleri olarak işlevleri, benin kurgusunda güvenceden, sağlam bir zeminden yoksun, öylece durmaktır. Çiçek Dünyalar, dokunduğu her şey'in içini boşaltır, onu bir kabuğa dönüştürür; ama böylece kolaycı bir "anlam yaratma" tuzağından kurtulduğu gibi, belki de bugün nesnel koşulları oluşmadığı için tasavvur edemediğimiz bir anlamın kurucusu olur.
İçsel ile dışsalın buluşma noktası nedir? Gözler ya da bakış (belki de içerdiği "semantik yük" nedeniyle bakış sözcüğü metinde hiç kullanılmamıştır); ancak ben, Baydar'ın şiiri dışında çok tartışılmış olan bu alana girmek istemiyorum. Bunun bir nedeni de, Çiçek Dünyalar'da içsel-dışsal karşıtlığının, bu iki alan arasında duran bazı imgelerde daha belirgin olarak görülmesi: Kanatlar ve saçlar. Kanat ve saç, varlığın dış dünyaya açılan, onunla temas kuran parçaları; aynı zamanda, yok olmaya/kapanmaya hazır, üstelik dışsal olanla yalnızca bir yüzey ilişkisi kuran öğeleridir. Kanatlar, saçlar, bir varlığın dışsal uzantıları olup, ondan kaçabilecek, kurtulabilecek öğelerdir. İki kendilik arasında dururlar; ancak bu kaçabilirlik, kurtulabilirlik özelliklerini yitirdiklerinde, katlanılması olanaksız bir yükün, ağırlığın simgesi haline gelebilirler:
    Duyuramam ki
    aşkla öpüşün maske gibi
    kaldı yüzümde
    çıkarmak için anılarda
    saçlar düşünmek bir işkence.

    ("Ne Üzgün ", s.76, 5-9)
Çiçek Dünyalar, bu yüzey ilişkisinin niteliğini bir karşıt imgeler grubuyla, belki de dış dünyayla gerçek ilişkiyi kuran, ancak saklı, gizli, görünmeyen imgelerle daha belirgin kılar: Özellikle, kemik ve çekirdek. Bunlar, varlığın/nesnenin varoluş dayanakları olmakla birlikte, görünmez olan niteliklerdir. İşte bu iki imgeler grubunu birleştiren şiirlerden biri:
    Kral olmak için zorluyor beni sözlerin
    sen, en zehirli yılanı gördün. Ve boa yılanı
    öldürdü seni. Kemiklerin içinde şimdi aşkın var.
    Benim yüreğimde buharı o kemiklerin. Artık bil
    cehennem benim belleğim. Kalbim ateşi bu toprağın,
    yeni meyveler döktürmek için ağaçlara ve siyah
    kadınlar indirmek için yeryüzüne. Tut ak saçlarımı
    annemden esirgeyerek aldığım. Yüzüm işte aynanın
    elebaşısı, hırsızların sonsuz tazısı dudaklarım
    yine ürkek bakıyor sana.

    ("Zorluyor Beni Sözlerin", s.33)
Sürekli bir diyalektik olumlama/değilleme ilişkisi üzerine kurulmuş olan "Zorluyor Beni Sözlerin" (yaşam/ölüm, ölüm/aşk, siyah kadınlar/ak saçlar, biyolojik ben/psikolojik ben, vb.), içsel-dışsal karşıtlığının yalnızca somut nesneler düzeyinde değil, spekülatif/metafiziksel düzeyde de var olduğunu ortaya koyar. Ölü bir bedenin kemiklerindeki aşk, onu kuran öteki benin yüreğinde o kemiklerin buharı...
Geçmişten Bir Gelecek Yaratmak: Anılar ve Bellek
Çiçek Dünyalar'ın, uzamsız, yalnızca zamanda var olan bir ben yarattığını daha önce belirtmiştim. Böyle bir ben ancak tinsel bir uzamda var olabilir; nitekim, Çiçek Dünyalar, varlığa, onsuz olunamaz boyutu uzamı bir başka düzlemde geri verir: Bellek. Freud'un ünlü Roma şehri-bellek benzetmesindeki gibi, Çiçek Dünyalar'da bellek, ardışık uzamsal/zamansal katmanları, bir başka uzamsal/zamansal düzlemde (zihinde ya da yazıda) bir arada var eder; olmuş olanı sürekli yeniden kurarak, değişken, akışkan, yeni koşullara uyarlanabilir bir şimdi yaratmakla kalmaz, gelecek tasarımını da anımsamanın bir parçası haline getirerek benzersiz bir oluş alanı oluşturur:
    Ancak ardımızdaki ayrılıkta bulabiliriz bir şeyler
    gelecekte umut edilebilecek şeylerle dolu geçmişimiz
    sende mantık ve kalp oyukları
    bense burnumun ucuna dikilmiş çubuğu seyretmekteydim hep
    bulabilirdik arasaydık birbirimizin yitirdiklerini
    ama kendimizin olanlar daha çoktu yorulduk
    topladıklarımızla ağırlaştık, nefret ettik birbirimizden
    tanrım ne kadar çoktu yeminle bile kaldıramayacağımız şeyler
    bıraktık ve gittik, lanet olsun
    karış karış bilirdik eskiden, keşke tutunmak zorunda
    kalmasaydık bildiklerimize, bir tekimiz için böyle olsaydı
    hep toplanan ve yitirilen duygu
    yeri gelmeyecek mi eski ve güzel şeylerin
    şimdi söylenenin değil, toplamak için yitirilen şeyler
    işte böyle birden bıraktık, bir başkasına doğru
    yola çıktı, aradık ama bulamadık, işte bu şiir.

    ("Yeni ve Güzel", s.40)
Anılar, bilmenin/bilginin hammadesini, malzemesini oluşturan veriler arasında yer alır; Çiçek Dünyalar anıların bu özelliğini kabul etmekle birlikte, aynı zamanda ona direnmek ister. Gerçi bu çelişik, çözümsüz arzunun çözülebileceği yegâne alan şiirdir; ancak, belleğin verileri anılar nasıl kurulursa kurulsun, bilme bir anlamda bu kurgunun dışında, ondan bağımsız olarak var olduğu için, Çiçek Dünyalar irade dışı bilmeyi ya belleği örterek ("Rüzgârın beyaz bir bez dolandırdığı bellek") ya da onun karşısına hiçliği, yani ölümü koyarak ("Önce unutur / ölüm, yağan karı unutur / sonra herşey / bana geri döner") dönüştürmeye çalışır. Görüldüğü gibi, bu çelişik arzunun gücü, ölüm kavramını bile içeriğinden soyutlayarak, işlevsel bir terime indirger. Ölüm, bir yokoluştan çok, bir silgi, her şeyin bene geri dönmesi için gerekli olan unutuştur. Gene de çiçek dünyalar unutuşun da önce unutulacak anıları gerektirdiğini, yani yaşanmamış olanın şiirsel düzeyde kurulmasının bile yaşanmamışlığın ağırlığını yok edemeyeceğini bilir:
    Kar yağacak biraz sonra
    anılar, geçmiş günlerin giysileriyle
    zamanın peşine takılacaklar
    zaman bir davete gidecek yine.

    Sana ilişkin bir anım olsaydı eğer
    benim de canım gitmek isterdi.
    Ölümü anılarla aldatabiliriz ancak
    sarayına girmek için anılarımız yoksa
    daha uzun zaman yaşamamız gerekir
    partileri unutup.

    ("Anılar Partisi ", s.43, 24-33)
Elbette, anılara ve bilmeye karşı sığınılabilecek bir alan vardır: Uyku, düş, rüya. Ancak Çiçek Dünyalar bu alanı hiçbir zaman tek yönlü olarak, mutlak bir alan olarak görmez; çünkü o da hep karşıtını getiren, hatta büyüsünü ondan alan bir alandır. Her uykunun, bozulmamışlık, eldeğmemişlik ve arzunun alanı olan her rüyanın eşiğinde onun karşıtı durur: Uyanıklık ve Çürümüşlük.
Çiçek Dünyalar'ın Beni: Kara Delik, Bebek/Çocuk ve Öteki
Çiçek Dünyalar'ın beni bir mise en abyme'dir: Aslında kendisi biçimsel bir varlığa sahip olmamakla, yani bir boşluk olmakla birlikte, çevresindeki tüm öteki şekillere biçim kazandıran şekildir; ancak Çiçek Dünyalar'ın paradoksal niteliği nedeniyle bunun tersi de doğrudur, her şey ben ile onu kuşatan nesneler dünyasını nasıl gördüğümüze bağlıdır:
    Karartın benim olduğum bölgelerini
    hayatın
    nasıl parladığını göreceksiniz
    bir yıldızın.

    ("Çiçek Sepeti", s.72, 10-13)
Çiçek Dünyalar'ın beni, başkalarınca sahip olunabilecek bir nesne, ortama dışarıdan giren boş bir kavanoz gibi anılarla doldurulmayı bekleyen bir kendiliktir, iki oluş arasında bir biblo gibi duran üçüncü oluştur, paradoksal bendir. Olmuş olanın (geçmişin) bir biçimde belirlemiş olduğu, ancak yazıyla, yazının çelişkili ontolojisiyle geri döndürülemez süreç (tarih) geri döndürülerek yeni baştan var kılınabilen oluşumdur. Özdeşlik ilkesini yadsıyan, özdeşlik ilkesinin iki teriminin dışındaki üçüncü terimdir. Ayrı bir yazının konusu olabilecek denli karmaşık bu konunun yalnızca birkaç yönüne dikkati çekmek istiyorum. Önce bir alıntı:
    Niçin sarı yıldızlı olmasın
    benim gözlerimin yumurtaları
    bulanık ama saftır hayatım
    cins bir hayvan gibi giderim
    istiyorsan yokolmamı.

    Cins bir hayvan gibi giderim
    bunlardır benim şekillerim
    ondan ötekine akarım
    yalnızca acılar kalır sana.

    ("Kaf ", s.45, 19-27)
Doğadan, nesneler dünyasından imgelere akan, şekil değiştiren "ben", bir yandan en azından düşünsel/kurgusal düzeyde bütünlüklü bir ben kavramını yok eder, öte yandan da ilişki içinde olduğu ötekine "yalnızca acılar"ı bırakarak, zaten yalnızca tinsel düzlemde var olan kendiliğinin tinsel yükümlülüğünü ona aktarır. Burada ötekini kendi içine bakan şiir öznesi olarak da, seslenilen ikinci bir kişi olarak da, hatta okur olarak da düşünmek mümkündür. Bir şekilden ötekine akan, bir aidiyet alanı bulamayan, bir tür boşluğa, kara deliğe mahkûm edilmiş ben, bir oda gibi dışarıdan kurulan, düzenlenen bir yapılabilirlik alanı haline gelir:
    Bir yolcu konağında
    yitik güzellikleri sergilerdim ona
    sessiz, temiz ve güzel
    bir adı vardı.

    Bense hem ciddi
    hem güleç yüzlüydüm
    zevkle döşenmiş bir oda gibi.

    ("Yağmur Altında Çiçekler", s.24, 10-16)
Çiçek Dünyalar'ın beni, tıpkı armanın ortasındaki boşluk gibi ona değenlerle, onunla yüzey ilişkisi kuran nesnelerle belirginlik kazanır. Kitapta sıkça kullanılan giysi imgelerini, özellikle ceket/düğme ve cekete, yakaya takılan, eklenen nesne ya da kavramları (gül, hayal, vb.) buna bağlıyorum. Çiçek Dünyalar'ın beninin oluşumunda işlevsel bir rol üstlenen bir başka imge de bebek/çocuk imgesidir. Bebek/çocuk, dil bilincini kazanmış yetişkinin, dil öncesi, bilinç öncesi "mutluluk halinin" bir simgesi; üçüncü şahısların, özellikle anne-babanın yaptırımlarına doğrudan maruz kalması, geri döndürülmesi olanaksız bireysel tarihini büyük ölçüde onların eylemleriyle edinmesi açısından, dış etkilere, şiddete açık bir varoluş; istenmeyen bir değişimin tarihöncesi ve iki insanın paylaşabileceği en benzersiz paylaşım "nesnelerinden" biri olması dolayısıyla paylaşmanın seçkin simgesidir. Okura bu noktada "Benim Olan Şey" şiirini okumasını önermekle yetiniyorum: "Söylenen her söz yeniden bu sene söylenecek / biliyorum bunu. / Değişim Çiçekleri açacak kalbim / sırf ben değişmeyeyim diye"...
Sonsöz: Şiir
Artık Çiçek Dünyalar'ın son şiiri "Toz Şiiri"ni ele alabiliriz; ancak bu şiire ve daha genel olarak Çiçek Dünyalar'da şiir kavramının yerine ilişkin değerlendirmelere geçmeden önce "Toz Şiiri"ni aktarmak istiyorum:
    Toz bana geldi
    beni işitmek için
    kapladı
    kısa sözcüklerle
    bir felaket habercisi gibi.

    İşitmek için bir bülbül eğildi
    bir çiçeğin ağzından
    bir söylence gibi.

    Şimdi hangi yöne dönsem
    söyleyemeyeceğim
    bir yanlış
    bir şiir
    yaşamın yeni yeri.

    En kaba sözler
    kuşların içinde kemik
    insanlar gelecek dedikleri gökte
    gerçek leylekleri.

    Belki bir yönden gelecekler yine
    eskisi gibi bir dil
    bulunsa
    çözülebilecek belki şiirleri.

    Gül çekirdekleri
    bir gözde şimdi
    karanlık kelimeleri yokediyor
    ağzında sessizlik dedikleri dikeni.

    ("Toz Şiiri", s.79)
Aslında, yazımı, okuru bu çok güzel şiiri okumaya davet ederek bitirmek isterdim; ancak Çiçek Dünyalar'da çok önemli bir yer tuttuğuna inandığım şiir kavramına ilişkin bir şeyler söylemezsem, yazımın eksik kalacağını biliyorum. O yüzden, okura bir itirafım ve ondan bir isteğim olacak. İtiraf: "Toz Şiiri"nin çözümlemesine kalkışmayacağım. İstek: Çiçek Dünyalar'da şiire ilişkin bu değerlendirmelerden sonra, "Toz Şiiri"ni lütfen bir kez daha okur musunuz? Çiçek Dünyalar'da şiir, daha genel olarak yazı hatta yer yer resim belki de bu yazıda kitapla ilgili şimdiye dek söylenen her şeyin ortak paydasıdır. Her şeyden önce şiir, kendisinin de oluşturucu öğesi olan olanaksızlığın; içsel-dışsal arasındaki çözümsüz gidiş-gelişlerin; akışkan, değişken aidiyetin; bir kez olmuş olmaları nedeniyle artık geri döndürülemeyen, "gerçeklik" kazanan anılar ile onların bu niteliğini yok etmek isteyen arzu arasındaki çelişmenin; uyku/düş/rüya ile uyanıklık ve çürümenin kaçınılmaz birlikteliğinin buluştuğu/buluşmadığı alandır: Buluştuğu alandır, çünkü bu yazıda ele alınan bütün sorunsalların, yoruma olanak sağlayan tüm malzemenin somut gerçekleşme alanı şiirdir; bulaşamadığı alandır, çünkü Çiçek Dünyalar'ı var eden şey, bu çözümsüzlük noktasıdır (Daha önce tamamını aktardığımız "Yeni ve "Güzel"in son iki dizesini anımsayalım: "İşte böyle birden bıraktık, bir başkasına doğru / yola çıktı, aradık ama bulamadık, işte bu şiir"). Zamanın, uzamın katı gerçekliği, şiirin zamanında, uzamında yeniden yaratılmak yoluyla kırılmak istense de, ikisi arasında doldurulamayacak bir boşluk, zorunlu bir anlam bölünmesi ortaya çıkar:
    çünkü ben hep heceliyorum isteklerimi
    her gün bir tanesini söylüyorum
    onları birleştiriyor isteristemez
    sözcüklere dönüştürüyor
    ama yakınlaştırmıyor bu bizi
    iki ayrı anlam bölüşüyor.

    ("Ağır Suçlar", s.59, 23-28)
Üstelik, şiir çelişik konumuyla (post facto, yani anlatılanlar olduktan sonra yazıldığı, ancak onları yeni bir bağlam içinde bir araya getirdiği için), bir yandan geçmişi/beni yeni bir boyutta var eder, öte yandan onların içinde hep ele geçirilemez, çözülemez olarak kalan öğe nedeniyle bir şeyleri dışta bırakmak, hatta onlarca yok edilmek durumunda kalır:
    Hayallerle, bebek kafataslarıyla
    şiire daha sonra benzeyen
    içinde taşıdığı "Tasarladığı"
    yaratıp yutmaya hazırlandığı evren.

    ("Bebek Kafatası", s.49, 29-32)
    Tam değil herşey anlatılma
    anlatılan olmadığında da
    alışık olmadığımız bir beden sanki
    yürümeye çalışan ağaç.

    ("Tam Değil", s.51, 1-4)
İnsan elinden çıkmış, yapılmış her kurgu, salt bir kurgu olarak kalmak istemiyor, kendini aşmak, varoluşsal alana dokunmak istiyorsa, kendi malzemesinin dışından bir şeyleri almak zorundadır:
    Küçük kare, dikdörtgen ağaç artıklarını
    topla marangozlardan
    onları eğri, daire, demir, metal
    artıklarına tuttur.

    Yosundan bir şeyler de kat ama
    bunların arasına
    tutucu bir şeyler gerekli
    anlatmamak için yaptığını.

    ("Tam Değil", s.51, 15-22)
    Ben bir resim yapacak olsam
    bir fosil yaratırdım
    ışıkla benden oluşan. 

    ("Gece Paleti", s.66, 23-25)
Şiirin Çiçek Dünyalar'daki bir başka işlevi, korkunun, tedirginliğin, nesnelerle, seslerle, hayvanlarla yüz yüze gelme korkusunun yenilmesi, yok edilmesidir:
    (Yalnız korkuyorum
    horozların ötüşlerinden
    köpeklerin havlamalarından
    bir gün görmekten kendimi.)

    (Hep beyaz kağıtlara bakayım
    başka şeylerin korkusunu yoketsin
    onları doldurmak.)

    ("Ağaç Kovuğu", s.22, 12-18)
Ancak şiir Çiçek Dünyalar'da her ne işlev üstlenirse üstlensin, asla önceden belirlenmiş bir anlam, başkalarından devralınmış bir anlam tuzağına düşmemeli, tam tersine böyle bir anlamı reddetmelidir:
    tiksiniyorum bense
    suçların hesaplanması en zor ayında
    gerçekte uğrunda ölmek gereken
    bütün anlatılanların kutsallığından.

    ("Buzlar", s.34, 10-13)
Çiçek Dünyalar'da şiire ilişkin sonsözü de, bu yazının sonsözünü de Çiçek Dünyalar söylesin: "Hep aynı yol / şiirden şiirsizlikten çıkıp geldikleri / ve bir gerçek var gecede / kanlı bir zambak gibi. [...] Hep aynı yoldan bekledikleri / bir gerçek var / beyaz bir zambak dilini / bir gece bulacak".


* Adam Sanat Dergisi, 1996
http://assassin.cs.rpi.edu/~sibel/poetry/poems/sami_baydar/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder