28 Eylül 2013 Cumartesi

DÜNYAÇEKEN / İrem Erdemoğlu *

Büyük Tufan'dan sonra Singapur açıklarında bir adada yaşamaya başlamıştım. Bağımsız, kendi halinde, adı olmayan bir devletimiz vardı. Özgürlüklere fena halde düşkün olan bu devletin Kişiyasa'sı, tek bağlayıcı kuralın olduğu yazılı metindi: "Bu adada yaşayan herkes, adın aidiyetinden yoksundur." Bu yönetimi illa diğer ülkelerle ve hatta Büyük Tufan'dan sonra elimizde kalan bilgilere dayanarak eski yönetimlerle kıyaslayacak olursam, şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki hiçbir ülkenin yönetilemeyeceği denli müreffeh bir biçimde sosyal devlet anlayışıyla yönetiliyorduk. Devletimiz her kişiye yardım amaçlı 'İşsizlik Otu' bağlamıştı. İşsizlere her ay belli miktarda ot ve kağıt gönderiliyordu. Bu miktarı belirleyen şey kişilerin uyuşma eşiğiydi. Ben bu eşiği belirleyen Kafa Ölçüm Merkezleri'nden birinde çalışıyordum. İşsiz insanlar merkezimize gelip her gün bir doz artırılacak şekilde ot tüttürüyorlardı. İdeal nokta literatürde Jamaika kafası dediğimiz noktaydı. Her kişinin Jamaika kafasına ulaştığı miktar rapor ediliyor, o kişiye aydan aya her gün o kafayı yaşatacak miktarda ot gönderiliyordu. Ben raportördüm. Bana rüşvet teklif edip gerekli ot miktarını fazla yazmamı isteyen çok kişi oluyordu. Ancak ben bu tür davetlere kulak asmıyor, büyük bir ciddiyetle işimin gereklerini yerine getiriyordum, ta ki o gün gelinceye kadar...

Genç bir kadın odaya girdi. Maskülen bir havası vardı. Elindeki raporu önüme bırakıp yavaş adımlarla odada yürümeye başladı. Hiçbir şey söylemiyordu. "Buyrun, dinliyorum?" dedim.
"O rapordaki dozun artırılması gerek."
"İsterseniz tekrar testlerden geçebilirsiniz."
"Bu bir işe yaramaz, miktar aynı çıkar."
"O halde üzülerek söylemeliyim ki yapabileceğim hiçbir şey yok.."
Bir anda masanın önünde durup ellerini masaya koydu. Sağa sola kontrol edercesine baktıktan sonra bana doğru eğildi: "Duyduğuma göre büyük bir şiir hayranıymışsınız."
"Bu ne demek oluyor şimdi?"
"Size karşı gayet açık konuşacağım... Nazmi Dünyaçeken benim büyük dedemdi. Onun ne büyük bir Sami Baydar hayranı olduğunu biliyorsunuzdur sanırım. Hatta ilk kitabını ona ithaf etmişti."
"Bunların hepsini zaten biliyorum. Ama sevdiğim bir şairin torunu olmanız istediklerinizi yapmam için geçerli bir sebep değil. Şimdi lütfen odamı terk edin." deyip okuduğum raporlara geri döndüm. Ancak kadın hala başımda dikiliyordu. Sesini biraz daha kısıp kulağıma doğru biraz daha yaklaşarak konuşmaya devam etti:
"Peki ya size dedemden bana çok ilginizi çekebilecek bir miras kaldığını söylersem? Büyük tufanda zarar görmemiş tek kütüphane... Hem de hepsi kağıtlı kitaplardan. Hepsi!" Olamaz, diye düşündüm.  O tufandan kurtulmuş kitaplar! Hem de bu keş salağın küçük kelime dağarcığına göre 'kağıtlı' kitaplar. Etkilendiğimi anlayıp konuşmaya bir iki saniye ara verdi ve beni ikna etmek için muzip bir gülümsemeyle gözlerimin içine bakarak konuşmaya devam etti:
"En önemli parçası ise şu an değil dünya, tüm kainatta arasanız bulamayacağınız bir parça: Dünyadan Çıkış Yolları."


* Hacı Şair Dergisi, Plaka 51, Kasım 2012 Yayınları, "Sami Baydar Anısına" bölümünden. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder