28 Eylül 2013 Cumartesi

Dünyadan çıkış yolu bulamıyorken... Sami Baydar ölmüş / Levent Yılmaz *


Sami Baydar ölmüş. Elli yaşında, kalp krizinden. Merzifon’da. Türkçenin en istisnai şairiydi. Neredeyse bir yıl önce yazmıştım aşağıdaki yazıyı. İzninizle, tekrar yayımlamak istiyorum. Sami’nin de gidişiyle, etrafımızı saran “kötülük dayanışması”ndan kurtulma şansımız da, bu dünyadan çıkış yolu bulma imkânımız da azaldı. Yazık, dünya artık daha eksik.

Ankara-İstanbul arasını trenle gitmek, en güzel yolculuklardandır (ya da “idi”, artık nasıl, hiçbir fikrim yok). Tomris Uyar, Sesler Yüzler Sokaklar’da 1970’lerde Sinan Fişek’le yaptığı bir Ankara-İstanbul yolculuğunu anlatır ki, muhteşemdir. Tabii bu yolculuğun muhteşem olabilmesinin tek bir koşulu vardır (elbette biraz paranız var ise): bütün yolculuğu lokantalı vagonda içerek geçirmek. Lokantalı vagon tertemizdir, beyaz kolalı örtüler serilidir (Orient Express havası yayılır etrafa, sanki karşı masada David Niven sigara içmektedir). Yoksa, isterseniz yataklıyla yolculuk yapın, yol, çekilmez; beyniniz Nâzım Hikmet’in İnsan Manzaraları’nda trenin o aksak ritminin sesini tarif ettiği dizeyle zonklar: Memetçik Memet, Memetçik Memet. Sonra, cehennemî yolculukların treni Mavi Tren vardır. Otobüs bozması oturma düzeniyle Mavi Tren, soğuk kış gecelerinde havalandırması olmayışıyla, kaloriferlerinin yetmiş dereceye yakın yanmasıyla, içeridekileri öldürür. Susuzluktan ölür, sayıklamaya başlarsınız. Allahtan yanınızda müşfik arkadaşlarınız vardır da, Bozüyük gibi Yaban’dan fırlama bozkır kasabalarında indir-bindir yapılırken gider su bulurlar.

Ankaralı genç şairler ve yazarlar 80’li yıllarda bu yolu çok aşındırmıştır. Bu tren yolculuğu onlara dünyadan kaçabilecekleri hissini bahşetmiştir. Büyük, büyülü, müthiş bir başka dünya onları gidilen yerde beklemektedir. Gidilen yerde kendi türleriyle karşılaşacaklardır. Dünyada zaten kendilerini anlayacak başka kim olabilir ki?

Lale Müldür’ün Levent’teki evinde, kapı açıldığında karşınıza devasa bir Sami Baydar resmi çıkardı: Lale’nin portresiydi bu, sanırım. Evde başka resimleri de vardı Sami’nin; bir de Sami’nin resimlerinden fırlamışçasına etrafta dolanan bir siyam kedisi. Lale’nin hepsi sanki birer uzak fırtına olan şiirleri bir yanda, bir yanda yağmur sonrası toprak kokusu ve ıslak çimenlerde takla atan oğlanlarıyla Sami’nin resimleri. Hepsi uzak, buğulu, ama hepsi yakın, bileklerimize kazılı.

Sami Baydar: Hâlâ düşünürüm, bu dünyanın unsurları nasıl biraraya gelmişler de bu hiçbir kimselere benzemeyen şairi, ressamı oluşturmuşlardır? Dünya gaileleri arasında, laf atmalar, çakmalar, sinirlenmeler, buyurganlıklar ve celallenmeler arasında Sami nasıl mümkün olmuştur? Türkçe şiirin “unicorn”udur o; resmin yeşil alevi; bakalit çubuk, tehlikeli karpit, bakış, sürekli bakıştır onun resmi. Uzaklaşan bakıştır. Affedici bakış; unutmayan, ama affeden. Gafletimizin asıl yapıbozumcusu, odur.

Kendisini en son Beşiktaş’taki evinde bırakmıştım; koltuğumun altına daha boyası kurumamış bir tuval sıkıştırmıştı giderken: Bir çemberin içinde ters takla atan biri. Dünyayı tanımıyordum daha: Buradan çıkış yolları arayacağım aklımın ucundan geçmezdi; gençtik, güzeldik ve kaybolmaya meyilliydik, çünkü çoktu yollar ve biz, hepsinde birden yürümek istiyorduk. Binlerce ters takla atıp, binlerce çemberden, feleklere eşlik ede ede geçeceğimizi sonradan anladım. Resmi bilhassa benim için yaptığını da sonradan anladım, hiç aklımdan çıkmadı. Sonra, “şairdir, ne yapsa yeridir” temalı Paolo Colombo’nun yaptığı 1999 Bienali’nde gördüm desenlerini. Sonra, çekmecelerimi karıştırırken, bana göndermiş olduğu uzun bir şiiri buldum. Sonra... sonrasını Necmi Zekâ’nın kendisiyle yaptığı bir söyleşiden kısaltarak alıntılıyorum (Necmi Zekâ’ya bu söyleşiyi yapmayı ihmal etmediği için teşekkür ederek):

“26 Eylül 1962’de Merzifon’da doğdum. Nüfus kâğıdında doğum tarihim 2 Ocak 1963. Üç ay için bir yaş büyük olmasın demişler. Merzifon’da Cumhuriyet İlkokulu, Cumhuriyet Ortaokulu, Merzifon Lisesi’ni bitirdim. Büyükbabam ilkokula gittiğimiz gün müdüre ‘Fotoğraf gibi resmini çizer,’ demişti. İrfan İlkokulu müdürü kaydetmemişti. ‘Yaşı küçük,’ demişti. (...) 1982’de Beşiktaş’a taşındım. Ev sahibimin adı Hacı Mehmet Baş’tı. Apartmanın adı Melekbaş’tı. Dördüncü kattaydı evim. Türkali Mahallesi. Tuzbaba Camisi ve Tuzbaba Hazretleri’nin türbesi aynı caddedeydi. İki cami vardı aynı caddede. 1982’de Evliya Tuzbaba Hazretleri’ni rüyamda gördüm. ‘Büyükbaban camiye gelsin. Minareyi yıkarım,’ dedi. Tuzbaba Hazretleri’nin türbesine her gün bir fatiha okurdum. Beşiktaş’ta sekiz yıl Melekbaş apartmanında oturduk Büyükbabamla. Bir gün evden taşınmak istedim 1989’da. Ev sahibim yanında kalan oğlunun dördüncü katta ayrı oturmasını istedi. Nur Akalın’ın bir arkadaşının boş odası varmış. Ev aramadım. Ufuk Ahıska’yla bir gün eşyalarımı topladık. Arnavutköy’deki evlerinin üst katındaki arkadaşlarının boş odasına eşyalarımı bıraktım. Tuzbaba Hazretleri’ni gördüm 1989’da rüyamda. Beni eski bir eve götürdü. Duvardan içeri girdik. Ev arıyordum. Ertesi gün Tuzbaba Hazretleri’nin türbesine gittim. Bir adam türbenin karşısında, yanında bir evin kapısına kiralık yazılı bir kâğıt asıyordu. Evi kiraladım ve 1989’da eve taşındım. Tuzbaba Hazretleri’nin camisi ve türbesi Beşiktaş’ta, İstanbul’da. Beşiktaş’ta dokuz yıl oturdum. Büyükbabam bana çocukluğumda dua öğretti. On dokuz yaşımdan beri dua okuyorum her gün. Uyumadan önce dua okuyup yatıyorum. Uykudan önce. Masaldan sonra. Dualar okuyup uyuyorum. Düşlerimiz bunları öğretir. Her masal bir rüya. Rüyalarsa, dünyadan çıkış yolları.”

Sami Baydar, totemi şöyle yazmış bir ara: “Dünya dönüşüyle güzeldir.” Sonra kılıktan kılığa giriyor, kuğu, sirk tayı, karaca... Ve soruyor: “Gerçek hayattaki ve masallardaki hayvanların dostluğu insanların dostluğundan ne kadar ve nasıl farklı?” Sami Baydar’ın cevabı: “Dünya güzel mi, bilmiyoruz.” 


* Taraf Gazetesi, Paralel Hayatlar, 7 Kasım 2012. 
http://www.taraf.com.tr/levent-yilmaz/makale-dunyadan-cikis-yolu-bulamiyorken-sami-baydar.htm

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder